Bir Coğrafyaya Duyulan Sevdanın Hikayesi
Özenle yaratılmış, büyüleyici renklerle süslenmiş, zarif minnacık porselen bir sanat eseri hayal edin. İçinde mavinin bin bir tonunu saklayan, göğün, bulutun, rüzgarın, dalganın sesini fısıldayan bir biblo. Her baktığınızda farklı bir rengini, farklı bir köşesini keşfettiğiniz ve bakmaktan hiç usanmadığınız bir sanat eseri. Tanrı’nın boş bir zamanında gülümseyerek yarattığı bir düş bahçesi. Üstelik başınızı döndüren bir yasemin kokusuyla…Evet burası coğrafyamızın şüphesiz en güzel yerlerinden biri Kaş.
Bu bir gezi yazısı değil; bu bir coğrafyaya duyulan sevdanın hikayesi....
Dağ yolunun virajlarını aşarken mavi deniz beni koynuna aldı. İçimde bir heyecan yolun sonunu bekledim. Hani her seferinde kollarına kalbim pır pır ederek uçtuğum bir sevgili gibi karşıladı beni Kaş. Vardığımda öğle saatleriydi; meydan sakindi.Bavulumu çekiştire çekiştire Kale otelin yolunu tuttum. Bu minik sevimli otelde kaçıncı kalışım hatırlamıyorum ama hep eski bir dost gibi benim için. Bavulu fırlatıp kendimi liman ağzına giden teknede buldum. Limanağzı Kaş’ın güzel yüzündeki koylardan . Denizi sakin ve merkeze göre daha sıcak. Burada yan yana dizilmiş sevimli beachler arasında tercihimi la moda’dan yana kullanıyorum. Oh bir huzur, bir sessizlik, turkuaz deniz sakin ve ılık…Buraya gelmenin en mutlu yanlarından birisi de tekne yolculuğu. Mavi sularda püfür püfür savrulurken Kaş’ın güzelliğini birde karşıdan seyrediyorum.
Tekrar kavuştuğumuzda akşamüzeri olmuş bile. Hemen hazırlanıp akşam yemeği için seçtiğimiz şahane lokantalardan birine atıyoruz kendimizi dostlarla. Kaş’ın yemekleri de ayrı bir dünya, birbirinden leziz menüleri olan pek çok restoran bulmak mümkün, bazılarına gerçekten aşkla bağlanıyorsunuz. Sadelake, Bahçe Bahçe, Bahçe Balık, Şako, Ruhi Bey, Bilokma bunlardan sadece bazıları…
Başka bir gün Kaş’ın nefis koylarını dolaşmak üzere tekne turundayım. Üç ağıza kadar yarım saatlik bir yolculuktan sonra teknemiz ve güzel sahipleri Mehmet Kaptan ve eşi bizi bekliyor. Ne güzel bir tekne bu: “Zeynebim” teknesi , pırıl pırıl tertemiz, havlu döşemeleri de ayrı bir konfor. Tur bize özel, alıp başımızı gidiyoruz Mehmet Kaptan’ın bizi götürdüğü koylara.
Ben böyle renkler görmedim ömrümde, resim yapan bir insan olarak aklım başımdan gitti. Mavi yeşile, yeşil turkuaza karıştı. Bin türlü ton birbirine eklendi, delice kıskandım; her bir rengi boyayasım var, nasıl yansıtırım ben bunları kağıda aklım karıştı, delirdim… Kaptana göre irili ufaklı yüzlerce koy var dolaş dolaş bitmezmiş, oda bizi tecrübesine göre en iyi bildiklerine götürdü. Şüphesiz her bir koyu ayrı bir güzeldir. Gördüklerimse beni büyüledi. Önce Esmeralda koyuyla başladık; çingene kızının güzelliğinden almış adını, bir kadının narin güzelliğinin hayali düşmüş sulara. Bıraktık bizde kendimizi serin kollarına, yüzdük alabildiğine..
Sonra başka bir koya vurulduk. Adı Dibek koyu. Buz gibi suları vardı. Suyun üstünde soğuk su akıntısı gezerken ayaklarımızda sıcacık neredeyse kaynar su dolaşıyordu. Öyle bir doğa harikası ki cildimiz canlandı parladı sanki yeniden doğduk.
Hele bir çamlık koyu vardı ki dedik kalalım burada bir daha geri dönmeyelim ;suya vuran yeşil ağacın , berrak elmas gibi parlayan denizin bir parçası olalım. Adını aldığı çam ağaçlarının gölgesinde su perileri nymphlar gibi yaşayalım…zaman duracaksa burada dursun.
Mehmet kaptanın eşinin güzel yemekleri, hoş müzikler, bide demleme çay eklendi mi attığımız kulaçlara artık mutluluk sarhoşuyduk.
Tekne turumuzun son durağı Kaleköy’dü. Tanrı’nın yine boş zamanlarında yarattığı güzelliklerden biri…Minyatür bir köy, iğne oyası gibi. İki de su kaplumbağası ile selamlaştık mı bu sevimli köyde iyice keyfimiz yerine geldi. Nede olsa kaplumbağalar uğurdur, şans getirir insana ben de onlara rastlamanın mutluluğuyla gülümseyerek el salladım sevimli çifte…sonra da başladım bu güzel köyün tarihi merdivenlerini tırmanmaya…
Kaleköy’ün merdivenlerinden yukarı doğru tırmanırken arkama dönüp baktığımda nefes kesen manzara bir kez daha beni büyüledi. Hedefimiz köylülerin el yapımı gerçek meyvelerden hazırladığı dondurmalar, minik cafelerde bunları tatmak mümkün. Yukarı çıkarken başımın üstünde savrulan her biri el emeği güzelim rengarenk tülbent elbiseler aklımda kaldı.” I am here” isimli cafeyi seçiyoruz dondurmaları tatmak için. Gerçek meyve ile hiç katkısız yapılan dondurma müthiş. Şeftali, kavun ve nar deniyorum. Bayıla bayıla çarpıcı manzaraya karşı dondurmalarımızı da afiyetle yedikten sonra geri dönüş için yola koyuluyoruz. Kaptanımız bizi üç ağıza bırakıyor. Akşam yemeğinden sonra bu güzelliği de geride bırakıp ev sahibi güzelliğimize Kaş’ımıza geri dönüyoruz.
Gezmeler bitmiyor; bir başka gün Kaş’ın tam karşısında ve sadece 20 dakika mesafede Yunanistan adası Meis’e geçiyoruz. Bir başka güzelliklerle dolu gün başlıyor. Nasıl kutu gibi minicik bir ada burası! Renkli evleri adaya ayrı bir masal havası katıyor. Şirin bir cafede frappuccinolarımızı yudumladıktan sonra motorla Mavi Mağara ve Aya Yorgi plajına gitmek üzere yola koyuluyoruz.
Maceralı bir yolculuk bizi bekliyor. Motorumuzun kaptanı süratli ve çılgın kullanıyor. Neşe çığlıkları kahkahalara karışıyor. Dalgalar üstümüzde dans ediyor artık sadece o an var…Mavi Mağaraya varıyoruz önce. Burası ayrı bir doğa harikası: Mağaranın suları ışık oyunuyla cam göbeği renginde. Herkes sırayla kayıktan atlıyor. Ben biraz korkuyorum sanki, fakat kaptanımızın korkuya tahammülü yok. Beni kolumdan yakaladığı gibi suya atıveriyor ardımdan da can simidini göndermeyi ihmal etmiyor. Eğlenceli biri.
Mavi mağaranın büyüsünü geride bırakıp Aya Yorgi koyuna geçiyoruz. Bu deniz de bir başka güzel. Işık oyunları suyun rengini yeşil tonlarında yansıtıyor, berrak tertemiz.
Burada biraz yüzdükten sonra kaptanımız bizi tekrar Meis’in merkezine bırakıyor. Mavi beyaz restoranlarından birinde nefis deniz mahsullerini tattıktan ve üstüne sakızlı dondurma ile shutlarımızı içtikten sonra yeniden bizi bekleyen güzel Kaşımıza geri dönüyoruz.
Diğer günleri sanat eserimizin merkez sularında yüzerek geçiriyoruz. Kaş’ın içindeki plajları da ayrı bir rahatlık ve hoşlukta.Hareket ve müzik isteyenlere Derya Beach ve Nur Beach sakinlik için otelimizin plajı bir limon ağacının renkleri gibi yeşil sarı konforuyla Leymona ve keşfedebileceğiniz daha bir sürü irili ufaklı plaj….
Geri döndüğümde sanki bir düşten bir rüyadan uyanmış gibiydim. Ajda Pekkan'ın çok sevdiğim "haykıracak nefesim kalmasa" bile isimli şarkısının sözleri geldi aklıma :
" her güzel şey çabuk biter , soldular dünkü çiçekler, ne dostlar ne de geçen mutlu günler bizimle her an beraberler"
Masal gibi bir tatili bitirmenin hüznü ile İstanbul’un karmaşasına uyandım. Hafızıma ve ruhuma kazınan güzelliklerin resmini çiziyorum şimdi; Kaş’tan bana bir sürü güzel anı, doyumsuz manzara, harika dostlar ve ilham kaldı. Şmdi bu güzellikleri resmetme vakti...